İZMİR – Türkiye’de 1960 sonlarında yükselen devrimci mücadele 12 Mart 1970 muhtırası ile kesintiye uğrarken, asıl büyük darbeyi 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi ile alacaktı. 1974-75 döneminden 1980’e kadar bütün Türkiye’de yükselen devrimci mücadele şehirlerde, köylerde, okullarda ve fabrikalarda etkin oldu. 1980’e doğru Fatsa, Uşak gibi yerlerde yepyeni hayatlar filizleniyordu. Gelecek sosyalist toplumun nüveleri olacak ilişkiler Fatsa’da Halk Komiteleri ile kurulmaya çalışılırken, Uşak köylerinde de köy komünleri hayata geçiriliyordu.
Ulubey’in Büyükkayalı, Hanyeri, İnay gibi köylerinde devrimciler, bir yandan gündelik hayatı örgütlerken, diğer yandan faşist saldırılardan korunmak ve işleri dayanışma içinde görmek için köy komünlerinde bir araya geliyorlardı. Köy halkının düğünde sevincini, cenazede üzüntüsünü paylaşan devrimciler, tarlalarda da üretime katılıyor, köylerde sürdürülen örgütlenme çalışmaları, halkın devrimcilere olan inancına ve güvenine önemli katkılar sağlıyordu. 1970’de ilk tütün mitingi Eşme’de düzenlenmiş Devrimci Gençliler de bu mitinge katılmışlardı.
12 EYLÜL YARATILAN GÜZELLİKLERİ YOK ETTİ
Yazar Uğur Sümer Uşak’ta dönemin birinci elden tanığı. Uşak doğumlu olan Sümer, Uşak Eğitim Enstitüsünde okudu ve 11 yıl Devrimci Yol davasından hapis yattı. 12 Eylül işkence tanıklığını anlattığı Duymayan Kalmasın (2003) ve Bir Savaş Bir İnsan kitapları Belge (2003) Yayınları’ndan yayımlandı. Sümer’in, Uşak’taki devrimci mücadeleyi anlattığı ‘Devrimci Yol Tarihine Doğru Uşak’ta Köy Komünleri’ kitabı da H2O Yayınevi tarafından yayımlandı. Kitap dönemin tanıklarının Uşak’taki devrimci mücadeleyi anlatımlarından oluşuyor.
12 Eylül’den kısa bir süre sonra cezaevindeyken ‘Gayriresmî Devrimci Yol Tarihi’ni yazmaya karar verdiğini belirten Uğur Sümer, “Tarihe devrimci mücadele hakkında nesnel ve doğrudan bir not düşülmesi bir bakıma kaçınılmaması gereken bir zorunluluk haline gelmişti. Doğrudan bu mücadelenin öznesi olmuş insanların, militanların anlattığı nesnel ve çıplak bir tarih de yazılmalıydı” diyor. Yazar Uğur Sümer ile Uşak’taki devrimci mücadeleyi ve köy komünlerini konuştuk.
‘BİR DÖNEMİN TANIKLIKLARIYLA OLUŞTU’
‘Uşak’ta Köy Komünleri’ kitabınız nasıl yazıldı ve hangi ihtiyaçtan kaynaklandı?
Bu kitap bir dönemin tanıklıklarıyla oluştu. Anlatılanlara yeni bir anlam katmak, kurmaca bir metin oluşturmak niyetiyle kaleme alınmadı. Kişilerin deneyimleriyle inşa ettikleri nesnel tarihin çıplak gerçekliğine ‘belgesel tarzı’na baştan sona bağlı kalmak kaygısı taşıdı. Dolayısıyla konuşanların, anlatanların, Uşak ve köyleri özelinde 1970 Eşme tütün mitingiyle başlayan, gençlik eylemleri, direnişler, komiteler ve komün örgütlenmeleri gibi eylem pratiklerine ilişkin izlenimlerini ve algıladıklarını olduğu gibi yazdım. Geçmişte yaşananların doğrudan öznesi olmuş, olayların içinde yer almış tek tek insanların anlattıklarını okurken bir ortak bilincin, söylemin ve daha da önemlisi saf bir inancın da paylaşıldığını göreceksiniz. Özellikle kendimin de bir parçası olduğum bu sürecin derleyicisi-yazarı olarak kimi zaman sadece doğru soruları asgari müdahalelerde bulunarak sormak, genellikle de yalnızca anlatıcılara kulak vererek, örgütlü dayanışma ve mücadele ile hak arama tarihinde çok da öne çıkmamış olan deneyimleri ve dönem panoramasını aktarmaya çalıştım.
Kitabınızda Uşak’ta Köy Komünlerinin kurulma sürecini anlatıyorsunuz? Neden Uşak? Uşak’ın demografik yapısı nasıldı?
Uşak’ın demografik yapısı oldukça zengindir. Uşak’ta yerleşik olan Ermeniler ve Rumların dışında nüfusun çoğunluğunu Yörükler oluşturur. Hemen her tepeye, onar yirmişer evden ibaret olan kışlaklarına yerleşmiş, hayvancılıktan başka bir geçim kaynakları olmayan yarı yerleşik göçer Yörük ailelerdir bunlar.
Eski zamanlarda köylerde ise hayvancılığın yanı sıra önemli geçim kaynaklarının bir diğeri de çiftçiliktir. Tarımla uğraşanların yetiştirdiği en önemli iki üründen biri haşhaş, diğeri tütündür. Bununla birlikte Uşak kırsalının bilinen çok yakın tarihine, örneğin 1960-70’lere kadar bakıldığında kapalı ekonomi hakimdir. Dolayısıyla tütün, pancar, üzüm, haşhaş ve hayvancılık dışında pazara çıkarılan, satılan fazlaca bir ürün yoktur.
Söz edilen yıllarda kapitalizmin az gelişmişliğinden dolayı Uşak kırsalının neredeyse tamamına yakınında su, elektrik, yol benzeri temel ihtiyaçların hemen hemen hiçbiri yok denecek düzeydeydi.
‘DEVRİMCİ YOL’CU OLMAM BİR SÜREÇTİ’
Uşak Devrimci Yol davasından 11 yıl cezaevinde kaldınız. Uşak’taki ilk çalışmalarınızı, Devrimci Yol ile ilk irtibatınızı anlatabilir misiniz?
Devrimci Yol’cu olmamda bir tarih net olarak söz konusu değil. Bu bir süreçti. Önce, Eşme’de devrimci mücadelenin ne zaman ve nasıl başladığını birkaç cümleyle kısaca anlatmam gerekiyor: Lise birinci sınıftaydım. Eşme’de devrimcilik 1970’te DEV GENÇ’in yaptığı tütün mitingi, üniversitede okuyan iki abimiz Ural Köklü ve Ethem Kaya ve aynı zamanlarda liseye yeni gelen kendisinin ‘Komanda-Bozkurt’ olduğunu söyleyen faşist bir resim öğretmeniyle başladı.
O zamanlara kadar sosyalizm, devrim, emperyalizm ve faşizmi sözcük olarak bile duymuşluğumuz, kelime olarak okumuşluğumuz yoktu. Böyle başlayan süreç 1977’de Devrimci Yol ile örgütlü mücadeleyle ilişki kuruncaya kadar kesintilerle devam etti. Yakalandığımda iki arkadaşımla birlikte Uşak il komitesindeydim. Aynı zamanda Denizli ve Afyon da bize bağlıydı. Uşak’ta askeri ve kırsal örgütlenmenin yanı sıra son dönem Denizli’ye de ben bakıyordum.
Yargılanmamız işkence ifadeleriyle oldu. Çok iyi hatırlayamamakla birlikte üç kez duruşmaya çıkarıldık. Tek tip elbise giymediğimiz için duruşmalara alınmadık, kararlar gıyabımızda verildi. Cezaevinde yaşadıklarımızı burada anlatmayayım, anlaşılabilmesi için ayrıntıya girilmesi gerekecek. Ayrıca Uşak’taki devrimci mücadeleyle ilgili bitmek üzere olan ‘Gayri Resmi Devrimci Yol Tarihi’ne Doğru 2- Uşak’ta Devrimci İsyan’ adıyla yayımlanacak olan kitabımda arkadaşlarımın da anlatımlarıyla cezaevinde yaşananlar büyük ölçüde anlaşılır hale gelmiş olacak.
Uşak’ın 1970-80 arası verilen devrimci mücadeledeki yeri ve önemi nedir?
Uşak olarak yerimizi, önemimizi cezaevinde öğrendim. İçeride insan memlekette neler olup bittiğini kanlı canlı olduğu gibi öğrenme imkanı buluyor. Yani nerede nasıl örgütlenilmiş, neler yaşanmış Ankara’dan İstanbul’a, Güneydoğu’dan Karadeniz’e kadar arkadaşlarla birlikte yattık; konuştuk, tartıştık yaşananları öğrenme, anlama imkanı doğmuş oldu.
Uşak’ta mücadele tamamıyla iç dinamikleriyle gelişti. Merkezi müdahale 78 başlarında başladı demem yanlış olamaz. Müdahaleden çok ilişki desem daha doğru olur. Çünkü Uşak’ta mücadele bir hayli yol almış, ete kemiğe bürünür bir haldeydi. Uşak’ta en başından itibaren mücadele yerel kadrolarla örgütlendi. Çok ayrıntılı anlatılması gerekiyor. Pek çok ilkler Uşak’ta yaşandı. Lise öğrencilerinin ilk boykotu Eşme’de yapıldı. Faşistler çok örgütlüydü. 1974’te Eşme’de Cavit Doğan arkadaşımızı silahla yaraladılar, uzun süre komada kaldı, öldü denirken mucize eseri tutundu yaşama. Fuat Yılmaz’ı 1976’da Uşak’ta taradılar, yaraladılar. Uşak’takine benzer komün örgütlenmelerini başka bir yerde göremezsiniz. Uşak’ta mitinglerimizde on binden fazla yürüdüğümüz tek tek sayılmıştır. Yürüyenlerin çoğunluğu her zaman işçiler ve köylüler olmuştur. Yine Uşak’ta 1979 yılında gerilla savaşına hazırlık olarak hem Uşak Merkezde hem de köylerde, dağlarda sığınaklar yapılmıştı.
‘BİZİM PUSULAMIZ YAŞAMIN KENDİSİ OLDU’
Uşak Köy Komünleri nasıl oluştu, hangi ihtiyaçtan doğdu?
Bizim pusulamız yaşamın kendisi oldu. Yaşamın içinde olmak oldu. Somut sorunların halkla birlikte somut çözümlerini kafamız ve becerimiz yettiği ölçüde geleceğe yönelik bir perspektifle yapmaya çalıştık. Yaptığımız her şeyi halkla birlikte yapmaya çalıştık.
İlk başlarda gelecekteki sosyalizmle, komünizmle ilgili kendi adıma söylüyorum pek bildiğimiz bir şey zaten yoktu. Fakat Sovyetler Birliği’nde ve Küba’da cennet olduğuna inanıyorduk. En azından işsizlik, açlık, barınma, ısınma vb. temel insan haklarının çözüldüğünü biliyorduk. Fakat bu bildiklerimizin köylüyü örgütlemek, birlikte mücadele etmek için yeterli olamadığı, soyut bir sosyalizm ve sınıfsız bir toplum üzerine anlatılanların bir anlamının olmadığını gördük.
Köylü ya da fabrikadaki işçi önce o günkü sorunların çözülmesini istiyor, bekliyordu. Bizim inandıklarımızın, anlattıklarımızın anlamı var olan sorunlar çözüldükçe anlaşılıyordu. Soyut olarak anlatılanlar havada kalıyor, ikna edici olmuyordu. Bu arada faşist saldırılar, can güvenliği, yoksulluk, zamlar, karaborsa örneğin mazotun karaborsaya rağmen bulunamaması gibi sorunlar can yakıcı sorunlardı. Bu sorunlara çözüm üretmek cennet vaat etmekten daha inandırıcıydı, daha önemliydi. Bildiğimiz bir şey vardı faşizme teslim olmayacak kendi can güvenliğimizi kendimiz sağlayacak, sorunlarımızı örgütlü gücümüzle, mücadelemizle kendimiz çözecektik ve bunun yanında sınıfsız toplum diye bir ütopyamız vardı.
Bu süreçte kitle örgütlenmesinde doğrudan demokrasi kilit bir rol oynadı. Köylerde can güvenliği ya da ekip biçme işlerinin nasıl yapılacağına dair köylülerle yapılan toplantılar sonucunda alınan kararlarla örgütlü ailelerin bir dayanışması olarak işlerini birlikte yapmaları köylülerin tamamına yakınının katılımıyla yapılmaya başlandı. Köylü ikna olduğu ve güvendiği ölçüde bizimle birlikte oldu, devrimci mücadelenin bir parçası oldu. Komünler ihtiyaçlardan doğdu, ihtiyaçların çözümüne göre örgütlendi. Köylünün odun ihtiyaçlarının karşılandığı Odun Komünü’nden, karaborsada dahi bulamadığı mazot ve diğer ihtiyaçlarını alabildiği Halk Pazarı’ndan, 24 saat köyün farklı yerlerinde nöbetlerin tutulduğu Nöbet Komün’e varıncaya kadar her türlü ihtiyacı karşılayacak komünler kuruldu.
Komünler Uşak’ın hangi köylerinde etkindi ve hangi işleri yapıyordu?
Sivaslı, Eşme ve Ulubey’in köylerinde çalışmalarımız oldukça iyi gidiyordu. Başlangıçta Sivaslı’nın Ağaçbeyli köyünde komün deneyimlerimiz yaşandı fakat tecrübesizliğimizden bu köyde mücadele kalıcı hale getirilemedi. Kitle içinde mücadelenin önünde olan insanların doğru insanlar olması da çok önemli. Ayrıca elimizde teorik ve pratik deneyimler yoktu. Varsa da biz bilmiyorduk. Direniş komitelerini teorik olarak anlatıp durmak halkı motive etmeye yetmiyordu. İlk başlarda direniş ve savaş sözcükleri köylüye hiç sempatik gelmiyordu. Tam aksine bir adım geri duruyordu. Devlete, jandarmaya karşı gelmek ne demekti. Ama süreç içinde kadın erkek, yaşlı genç köylüler jandarmaya karşı gerçek destanlar yazdılar bu köylerde. Günlük sorunların çözülmesiyle geleceğe dair söylediklerimiz anlam kazanıyordu.
Uşak Köy Komünleri Fatsa’daki Halk Komiteleri gibi o dönem gelecek toplumunun nüveleri olarak tanımlanıyordu. Bugün halen referans alınan Fatsa ile karşılaştırıldığında Uşak Köy Komünlerinin özgün yanları nelerdi?
Fatsa ile ya da başka yerlerdeki benzeri örgütlenme çalışmalarıyla Uşak’taki köy komünlerini karşılaştırmak ne derece doğru olur bilmiyorum. Ayrıca ülke genelinde örgütlenme çalışmaları tamamlanmış bitmiş halde değildi ki birebir karşılaştırma yapılabilsin. Uşak’la ilgili şunları söyleyebilirim. Uşak’taki örgütlenme Fatsa’daki gibi yasal bir meşruiyete dayanmıyordu. Ayrıca Fatsa Devrimci Yol’un en yetkin kadrolarıyla ve örgütün bütün olanaklarının seferber edilmesiyle örgütlendi. Ankara’dakilerin bizim yaptıklarımızdan ne kadar haberleri vardı orası bile belli değil. Genel olarak Uşak’taki mücadele ve özel olarak köylerdeki komün örgütlenmeleri tamamıyla yerel militanlarla yapılmıştır. Ege Bölgesi sorumlusu olarak en son başımızda bulunan arkadaşımız yaptıklarımızı doğru dürüst anlamıyordu bile. Uşak’taki komün örgütlenmelerinin en özgün yanı doğrudan demokrasiyle örgütlenmiş ve varlığını sürdürmüş olmasıdır. Doğrudan demokrasinin gücünü önemini gösteren bir örgütlenme olmasıdır.